İnsanlığı zirvelere taşımış terbiye yöntemi
Osmanlı Devletinin bir kum torbasının boşaldığı gibi bütün değerlerinin santim santim tarumar olduğu günlerde, yerlere saçılan altın tozlarından biri de göz kamaştırıcı bir tarihi geçmişi bulunan “pedagoji” bilimi idi.
Osmanlı’nın yıkılışı ile birlikte yüzyıllardır büyük bir özenle oluşturulan, en hasas ellerde damıtılarak berraklaştırılan “muhteşem insan” yetiştirme sanatı da göz göre göre yok olup gidiyordu, bir daha geri dönmemek üzere…
Ve bir zamanların Alparslanları, Fatih’leri, Yavuz’ları, Yunus’ları yetiştiren Taptuk Emre’ler bir hikâye kahramanı gibi çizgi hikâyeciklere dönüşmekte geç kalmamıştı.
Hâlbuki Anadolu toprakları göz kamaştırıcı güzellikte insanlar yetiştiren bir merkezdi… bu merkez daireye kim girerse girsin, hangi dinden olursa olsun, hangi etnik köken olduğu da fark etmez, insan olmanın zirvesinde kimliğe bürünüyordu… Anadolu toprakları
üzerindeki pedagojik yaklaşım öyle bir iksir sunuyordu ki üzerinde yaşayan kişilere, en kaba saba insan bile o iksiri içtiğinde, İstanbul Beyefendisi, İstanbul Hanımefendisi kimliği ile anılmaya başlıyordu…
üzerindeki pedagojik yaklaşım öyle bir iksir sunuyordu ki üzerinde yaşayan kişilere, en kaba saba insan bile o iksiri içtiğinde, İstanbul Beyefendisi, İstanbul Hanımefendisi kimliği ile anılmaya başlıyordu…
Binlerce metrekarelik bu coğrafyada, hiçbir çocuk annesini dövmüyor, hiçbir öğrenci hocasını öldürmüyor, hiçbir abla erkek kardeşini öldürdükten sonra sandığa saklamıyor ve hiçbir erkek en yakınındaki kızı testere ile kesmiyordu…
Anadolu toprakları üzerinde doğal bir yaşam vardı… Anne babalar çocukları ile öylesine doğal iletişim içinde yaşıyorlardı ki, ne kimse anne baba olduğu için kendinde “azamet” ve güç var diye düşünüyor, ne de çocuklar böylesi saygın bir ortamda anormal davranışlar sergiliyorlardı… Anne babalar, çocuklarına evlerindeki aziz bir misafir gibi davranıyor, çok defa çocuklarının başında dua ederken, “Acaba, tarihin o büyük ismi bizim evde mi misafir” diyerek çocuklarına saygıda kusur etmiyorlardı…
Çocuk yetiştirmek Anadolu’da bu günkü gibi tek annelerin üzerine atılmamıştı. Çocuğun yetişmesinden herkes sorumlu idi, ama bu sorumluluk çocukların yanlış yaptıklarında kulakları yukarı doğru çekilerek ve zavallılaştırılarak değil, çocuklara hedefler vererek onları geleceğe hazırlamaklar şeklinde oluyordu. Çocuk bazen bir komşunun yanında, bazen bir yolcunun yanında, bazen bir mürebbinin yanında hayal dünyasının büyüklüğüne göre dolup dolup taşıyordu… Herkes herkesin çocuğunun yetişmesinde rol oynuyordu. Ondandır ki, Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’ye bir cihan devleti kurması konusunda fikir hocalığı yapan kişi ne annesidir, ne de babasıdır… Osman Gazi’yi gece yatamaz hale getiren kişi Şeyh Edebalı’dır… Çünkü çocuk terbiyesi öyle tek başına annelerin sorumluluğuna bırakılmayacak kadar ciddi bir sorumluluktur… ne geleceğin o dev ismini tek başına yetiştirecek güç ve kudrettedir ne de çocuk bir kişiden dolabilecek kadar basit bir varlıklardır…
Sadece Osmanlı değil. Osmanlı’dan önceki dönemlere de bakıldığında bu milletin ortak karakterinin “İnsan yetiştirmek” olduğunu görmekteyiz… İşte insan yetiştirmekte uzmanlaşmış olan bir milletin elindeki bütün usul ve yöntemleri terk ederek, çocuk yetiştirme konusunda her şeye yeniden başlaması, oldukça acınacak bir haldir.
Psikoloji Reform, Pedagoji Form için vardır
Psikoloji’nin kelime anlamı, “ruh bilimi” dir. İnsan ruhuna mercek tutar ve onun ruh dünyasında neler yaşıyor, yaşadığı olaylar davranışlarına nasıl aksediyor onun üzerinde araştırmalar yapar.
İnsanda bozulmuş olan ruh dünyasını yeniden inşa etmeye çalışır.
Pedagoji ise çocuk bilimi demektir. Ve henüz bozulmamış, tertemiz bir vaziyette anne babanın elinde bulunan çocukların dünyasını yakından inceleyerek anne babaya, eğiticiye çocukların ruhunu bozmadan nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur.
Bu açıdan bakıldığında, psikoloji yıkılmış ruhların, duyguların yeniden düzene sokulması ile uğraşırken, pedagoji ise insanın daha çocukluk yıllarında ruhunu bozulmaması için tedbirler alır. Yani psikoloji yeniden inşa olan “reform” ile uğraşırken, pedagoji sıfırdan inşa etmek olan “form” ile uğraşır.
Bir şeyin bozulmuş halini yeniden eski haline getirmek, o şeyi sıfırdan yapmaktan zordur. Yıkılmak üzere olan bir binayı tamir ve tadilatla ayakta tutmak oldukça zordur ama o binayı ta başlangıçta yıkılmayacak vaziyette planlamak ve inşa etmek daha kolaydır.
İşte bu sebepledir ki, Anadolu topraklarında “pedagoji” oldukça yayın olduğu halde, psikoloji bilimi çok kabul görmemiştir. Özellikle Osmanlı “mürebbi” (pedagog) ve “mürebbiye” (bayan pedagog) lar ile her aileye çocuklarını yetiştirmede destek olduğu halde, her aileye bir psikolog gereklidir diye düşünmemiştir.
Anadolu pedagojisinde insanın bozulmuş olan ruh dünyasının tamiri için daha çok tasavvuf ehli gönül dostları rol oynamışlardır. Zira Anadolu Pedagojisinde bir kişiye tavsiyede bulunacak olan kişinin tavsiye ettiği konuyu kendisinin dört dörtlük yaşıyor olması şartı vardır. Hal böyle olunca, bir psikolog otomatik olarak gönül dostu hüviyetini kazanmış olması gerekir.
Batı çocuğu buldu, doğu çocuğu yok etti
Göz kamaştırıcı bir hassasiyet ile çocuk yetiştiren Anadolu insanını gören Batılı bilim adamları, çocuğa bakış açısını değiştirdi. Bir zamanlar içinde günah ve şeytan ile dünyaya geldiği konusunda şüphe duyulmayan ve onun için daha doğduğu günden itibaren vaftiz edilerek günahlarından arındırılan çocuk, bir süre sonra Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesi ile insan olmanın hak ettiği değere yükseliyordu. Bu yükseliş öyle bir yükselişti ki, ondokuzuncu yüzyılda hiçbir bilim dalı pedagoji gibi hızlı bir yükseliş yaşamamıştı. Pedagoji daha 19 uncu yüzyılın başında Psikoloji bilimi içinde yer alırken, bu tarihten sonra ayrı bir bilim dalı haline gelmiş, bu da yetmez gibi hızlı bir şekilde alt branşlar oluşmaya başlamıştı.
Örneğin, çocukların medyadan etkileşiminin nasıl olduğunu incelemek üzere “medya pedagojisi”, farklı kültürden çocukların birbiri ile etkileşimini gözlemlemek üzere “transkültürel pedagoji”, davranış bozukluğu olan çocukların davranışlarla ilgilenmek üzere “ortopedagoji”, çocukların nasıl öğreneceğini mercek altına almak üzere “eğitim pedagojisi” gibi onlarca alt branşlar oluşmuş ve oluşan bu branşlar her biri kendi sahasında yeni bir bilim dalı olabilecek kadar büyümüştür sadece bir yüz yıl kadar geçen sürede.
Avrupa, Anadolu insanının bin yıldır uyguladığı usulleri keşfetmenin ve bunlara birer bilimsel nitelik kazandırmanın keyfini yaşarken, yıkılan Osmanlı’nın altında kalan Anadolu insanı da, sanki bir okus pokus ile Avrupa’nın Ortaçağ döneminde çocuk terbiyesindeki bilinçsizliğine adım adım düşmeye başladı.
Bir zamanlar, evlerinde aziz birer misafir olarak kabul ettikleri, onlara cihan devleti kurmaları için ufuk verdikleri çocuklar, maalesef artık evlerde tekme ve tokatlarla dövülür, yakalarından tutulup duvarlara atılır, henüz aklı ermez denilerek küçük düşürülür hale getirildi.
Böylesi bir yok oluş süreci sadece halk arasında değil, aynı zamanda bilim dünyasında da yerini aldı. Avrupa’nın binbir özen ile bulup geliştirdiği “pedadgoji” bilmi bir süre sonra Türkiye üniversitelerinden kaldırıldı. Bin yıllık bir birikimin kökleri böylece ortadan tamamen kaldırılmış oldu.
Halbuki bir zamanlar Anadolu topraklarında hedef olarak konulan insanlık noktasında mükemmel olma hedefi bu gün Avrupa tarafından ele alınmakta, bu konuda bilimsel çalışmalar yapılmakta, ancak bin yıllık bir süreçle ve ince ince tecrübeler ile oluşmuş olan Anadolu Pedagojisi henüz Avrupa’da meyvelerini vermedi.
Anadolu Pedagojisi
Madem ki bu topraklar üzerinde Yunuslar, Mevlana’lar, Hacı Bektaşlar, Hacı Bayramlar, Muhammed Raşit Erol’lar, Bediuzzamanlar, Esat Coşan’lar, Fatih’ler, Yavuzlar, Alparslanlar yetişmiş ve onları yetiştiren anneler ve babalar bu topraklarda yaşamış… O halde bu gün yapılacak şey, gözümüzü farklı kültürden kanımıza karışan ve bizimle doku uyuşmazlığı sağlamayan çocuk terbiyesi usullerini değil, Anadolu insanının pedagojik usullerini su üzerine çıkartmaktır. BBu topraklar üzerinde yüzlerce yıldır uygulanan “kişilikli insan” yetiştirme tecrübelerinin bu gün de kullanılmasıdır. Günümüz uzmanlarına düşen en en önemli görev Anadolu pedagojisinin felsefesini su üzerine çıkartmaktır. Eğer böyle olunmaz ise, yabancı kelimler girdabında boğulur, evham olan bir isana “obsesif” deme komikliğini sergiler, Bediüzzaman Hazretleri çocukluk yıllarında minarelerin tepesinde yürüyor diye Hiper Aktif çocuk tesbiti koyar, Hacı Bayram Veli halk içine çıkmıyor “çilehanesinde” gözyaşı döküyor diye “asosyal kişilik bozukluğu” etiketi yapıştırır…
Pedagoji, kültürel öğeleri dikkate almadan çocuk terbiyesinde fikir yürütemez. Çocuklarda davranışları incelerken yaşanılan toplumun özellikleri, kültürel yapısı, hatta çocuğun içinde bulunduğu aile yapısı hesap edilmeden çocuk hakkında bir kanaate varılamaz. Eğer siz Doğu Anadolu’da yaşayan halkı tanımamış, onların yaşamlarını görmemiş, duymamış bilmemişseniz, koca bir çağa ışık tutacak olan Bediüzzaman Hazretlerini hiperaktif davranış bozukluğu var diye ilaçla söndürmeye kalkarsınız… Yada sessiz ve derinden oturuşu ile etrafa üfül üfül sekine yayan Mevlana hazretlerinin “Sosyal Fobi”si var dersiniz…
Maalesef günümüzde, çok yaygın bir kanaat ile zeki çocuklar hiperaktif diye uyuşturucu ilaçla tedavi edilmeye kalkılıyor, toplum içinde yüzü kızaran bir kız çocuğunun durumu “haya” duygusu hesaba katılmadan sosyalleşmesi için telkinlerde bulunuluyor… Hasbilik duygusu gelişmiş, başkalarının derdi ile dertlenen kişilere “bağımlılık” teşhisi konulup, kazanılmış böylesi özellikle terapi ile yok edilmeye çalışılıyor…
Halbuki konuştuğunuz kişi eğer Anadolu insanı ise, bir uzman olarak kullandığınız kelimeler Anadolu insanının anlayacağı kelimeler olmalı… Teknik terimleri yarım yamalak İngilizce aksanı ile söyleyerek komik duruma düşmemeli. Ve eğer, karşınızda duran kişi bir Anadolu insanı ise, kullandığınız yok ve yöntem Anadolu Pedagojisi olmalıdır.
Anadolu Pedagojisi Nedir?
Anadolu Pedagojisi, çocuğu fıtrat üzerine yetiştirmek ister. Çocuğun fıtratını bozacak her türlü davranış ve tazyikten uzak durur. Çocuk anne babası ile birlikte iken olduğu gibidir, istendiği gibi değil. Yanlış yapmaktan korkmaz, anne baba da yanlışları deşelemekten hoşlanmaz. Yanlışlar doğruya doğru giden bir işaret taşıdır diye kabul edildiği için ne kadar yanlış yapılırsa o kadar kalıcı bir öğrenme olur diye hesap edilir.
Anadolu Pedagojisinde her bir çocuk ayrı bir çocuktur. Çocuklara eşit davranılmaz, adaletli davranılır. Çocukların farklılıkları göz önüne alınarak, ona göre muamelede bulunulur. Bir çocuk çok duygusal, diğeri çok sosyal ise, bu iki çocuk aynı şekilde sevilmez, aynı şekilde elbise alınmaz, aynı okullarda aynı gelecek beklentisi olmaz…
Anadolu Pedagojisinde, ceza ile korkutmak, mükafat ile suni tetikleme yapılmaz. Peygamber Efendimizin çocuklara hiç ceza vermeden yetiştirdiği düşünülerek, çocuğa ceza vermenin onu izzetsiz kılacağı, onu yüzsüzleştireceği düşünülerek cezadan uzak durulur. Adına atasözü dense de menşei belli olmayan şiddet içerikli tüm tavsiyeler Anadolu pedagojisine ters düşer. Anadolu pedagojisi “Kızını dövmeyen dizini döver” diye değil “Kızını döven dizini de döver” diye olaylara bakar… Anadolu pedagojisinde çocuk istemediği bir davranışı mükafat karşılığında yapmaya teşvik edilmez. Böylesi bir halin çocukta suni duygular gelişeceğini, çocuğun sahte benliğe bürüneceği düşünülerek mükafat hissini çocuktan bir beklentiye dönüştğrmemeye çalışır.
Anadolu pedagojisinde Anne babalar potansiyel bir çocuk bağımlısı olduğu düşünülerek, anne babaların çocuklarından bağımlılık riskini “bağlılık” çizgisine getirmesi tavsiye edilir. Anne babaların büyük yanılgısı olan, “nasıl olsa çocuğum beni sevmek zorunda ben onun anne babasıyım” yanılgısından kurtarmak ve anne babaya kendilerini çocuklarına sevdirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur.
Anadolu pedagojisinde, anne babalığın çocuğun duygularını tanımadan yapılamayacağı bilindiği için anne babalara “hissedebilme” kabiliyetini elinden alan her türlü farklı alanlara yoğunlaşmayı engellemeye çalışır. Anadolu pedagojisi çocuk merkezcidir. Aile çocuğun dünyasına göre şekillenir.
Anadolu pedagojisinde anne babaların asli görevlerinden biri çocuklarının “biyolojik ritmi”nin bozulmamasını sağlamaktır. Günümüz insanının en büyük sorunlarından biri olan “hızlı yaşamak” ve “hissetmeden yaşamak” alışkanlığı Anadolu pedagojisinde daha başlangıçtan itibaren anne babalar tarafından “yavaş yaşayarak” “hissederek yaşayarak” engel olunmaktadır.
Anadolu pedagojisinde, çocuğa sunulan sevgiler koşulsuzdur. Çocuk kendisinin koşulsuz olarak sevildiğini bilir ve hiçbir sevgi gösterisi karşısında minnet duygusu yaşamaz. Eğer çocuk da kendisini seveni sevecek ise, o kişinin kendisini sevdirebildiği ölçüde geri dönüşüm sevgisi gerçekleşecektir. Böylece çocuğa kendisini sevdirmek için çalışan yetişkin, kendilerinde yanlış olan davranışları otomatik olarak düzelttiği için “çocuktan terbiye olma” Anadolu pedagojisinin özünü oluşturur.
Pedagojide Anadolu Ekolü
Anadolu Pedagojisi
|
Çocuk terbiyesi ve eğitimi, her anne-babanın en büyük derdi. Hiçbir samimi anne-baba gösterilemez ki, bu dert ile dertlenmiyor olsun. Hâl böyle olunca, pek çok anne-baba, tabiî olarak çocuk eğitimi konusunda bilgi içeren kaynaklara ihtiyaç duyuyor, karşılaştığı meseleleri, uzman yardımı ile aşmak için danışmanlık hizmetleri alıyor. Ancak, her şey kitaplarda yazdığı gibi olmuyor çocuk eğitiminde… Çünkü dünyadaki çocuk sayısınca, farklı çocuk vardır. Her çocuk için çözüm yolu, birbirinden çok farklı olduğu gibi, dünyadaki problem adedince de çözüm tavsiyesi olabilir. Bir âile için doğru olan usûl, bir başka âile için oldukça yanlış olabilir. Böyle olunca da çocuk terbiyesinde hangi yol ve metodun izleneceği konusunda anne-babalar, en az bir baykuş ciddiyetiyle dikkatli olmalılar, çocuklarına uyguladıkları usûl ve metotların fikrî kaynaklarının ne olduğunu mutlaka bilmeliler. Çocuk eğitimi ve terbiyesi, kültürden bağımsız olamaz! Çocuk eğitiminde birçok ekol bulunmaktadır. Bunların çoğu da Batı kaynaklıdır. Zira Batı dünyası, bizim çocuklarla ilgilenmeyi unuttuğumuz ve hattâ çocuk dünyasını terk ettiğimiz zamanlarda, çocuk ile ilgilenmeyi bir bilim dalı hâline getirmeyi başarmıştır. Ve bu bilim dalına “pedagoji” ismini vermiştir. Bu açıdan bakıldığında, Batı dünyasının, yirminci yüzyılın başlarından itibaren artık“çocuk merkezci bir kültür”yapılanmasının içine girdiğini söylemek bir abartı sayılmaz. Her ne kadar Batı dünyası, çocuk rûhu ile yirminci yüzyıldan sonra ciddî olarak ilgilense de, Anadolu topraklarında çocuk eğitimi ve terbiyesinin çok daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu görmekteyiz. Nasıl ki, bugün çocuk eğitimi konusunda uzmanlaşmış kişiye “pedagog” deniliyorsa, Osmanlı döneminde bu işi profesyonel olarak yapan kişilere “mürebbî” (bayanlarda “mürebbiye”) denilmekteydi. Mürebbî veya mürebbiyeler, çocuk terbiyesinde anne-babalara büyük destek oluyor, onların yanılıp yanlışa düştükleri her hususta hemen yakınlarında bulunuyorlardı. Bu sebepledir ki, milletimiz, tarihin şanlı sayfalarına Alparslanlar, Ertuğrullar, Osmanlar, Fâtihler, Yavuzlar hediye etmiştir. Sadece yöneticiler seviyesinde değil, o dönemde milyonlarca kilometrekare büyüklüğündeki bu dev coğrafyada sıradan âilelerin hayatında da bugünkü gibi çocuk problemlerine rastlanmıyordu. Meselâ hiçbir çocuk annesini dövmüyor; hiçbir çocuk, kardeşini kesip sandığın içine saklamaya çalışmıyor ve yine hiçbir çocuk, daha çocukluk yıllarında depresyon geçirmiyordu. Ortaçağ Avrupa’sında çocuklar, günahkâr ve şeytanımsı insan olarak görüldüğü hâlde, Anadolu’da çocuklar, şerefli insanlar olarak yaşıyorlardı. Hattâ öyle ki, o dönemin Anadolu toprakları, büyük bir sükûnet ve hayranlık merkezi olduğu için Batılı bir gözlemci olan A. Ubicini, kendi hatıra defterine şu satırları kaydetmiştir: “…Çocuklarını bundan daha fazla sevgi, îtina ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum. İşin garibi, bütün bu şefkatle ihtimamın annelerden çok babalarda derinleşmiş olmasıdır. Cuma günleri (Cuma, Osmanlı’da tatil günüdür) veya bir bayram günü, Osmanlı Türkü’nün, çocuğunun elinden tutup sokakta gezdirmesi, adımlarını çocuğunun adımlarına göre ayarlaması, çocuğunun yorulduğunu görünce onu omzuna alması veya bir aralık dinlendiği kahve peykesinde yanına oturtup en derin şefkatle konuşarak çocuğun bütün hareketlerini dikkatle takip etmesi görülecek şeydir.” Evet, adımlarını çocuğun adımlarına uyduracak derecede çocukla hem dem olmuş bir Anadolu insanının tarifini, bir Batılı gözlemci aktarıyor. Bugünkü pedagojinin aradığı baba modelinin fotoğrafıdır bu fotoğraf… Bu örneği, bir yabancının gözleminin kendi gözlemlerimizden daha önemli olduğu kompleksi ile de sunmadım, maksadım şu: Maalesef günümüzde, bazı çevrelerce hayranlık duyulan Batı biliminin, psikoloji ve pedagoji sahalarındaki bilgiler, hiçbir ayıklama zahmetine girişmeksizin, çocuklarını yetiştirme konusunda çaresizce yardım bekleyen anne-babaların savunmasız bünyelerine aktarılıyor. Anne-babalar, Anadolu topraklarında, kendi örf, âdet ve kaideleri içinde çocuk yetiştirmek isterken, Batı ölçüleri ve hayranlığı ile yazılmış kitaplar ve uzman tavsiyeleri onları şaşkına çevirmektedir. Uzmanlara büyük sorumluluk düşüyor Hâlbuki pedagoji biliminde, kültür farklılıkları hesaba katılmaz ise, çocuk terbiyesi için verilecek tavsiyeler, yeni problemlerin kaynağı olacaktır. Zira pedagojik tavsiyeler, o toplumun temelini oluşturan örf-âdet ve hattâ yerel kültürden bağımsız olamaz. Meselâ, İzmirli bir âilenin normal kabul ettiği şey, Kayserili bir âile için anormal görülebilir. Hatta aynı şehirde ve aynı mahallede bulunan farklı etnik kökene mensup âilelerin çocuklarının eğitiminde karşılaştıkları benzer problemler için ürettikleri çözüm yolları bile birbirinden farklı olacaktır. Aynı ülke içinde dahî böylesi farklılık gösteren pedagojik tavsiyeler, bir de ayrı ülkelerle kıyas edilecek olursa, takip edilecek usûller ve verilen tavsiyelerin nasıl da farklılıklar göstereceğini tahmin etmek güç değildir. Alman bir âilenin pedagoji anlayışı ile İngiliz bir âilenin pedagoji anlayışı, hiç aynı olabilir mi? Ya da Fransız bir âilenin âile yapısı ve hâdiselere bakışı ile Türkiyeli bir âilenin olaylara bakışı ve çocuk terbiyesi hiç kıyas edilebilir mi? Mesela, Batı kültüründe çocuk terbiyesinde esas olan şey, çocuğun 18 yaşına geldiği andan itibaren anne-babasından ayrılması, kendi ayakları üzerinde durabilmesidir. Yani çocuk eğitiminde hedef, çocuğun belli bir yaştan sonra anne-babadan bağımsız olarak hareket edebilecek derecede duygusal ve zihnî olarak gelişip vakti gelince de onlardan kopmasıdır. Bir çocuğun anne-babasından duygusal olarak kopabilmesi için ise, çocuğun tâ çocukluktan itibaren “ferdî” düşünmesinin zemini hazırlanmaktadır. Çocuk 18 yaşına geldiğinde hâlâ “Anne, sensiz yapamıyorum!” diyorsa, böylesi bir çocuk Batı kültüründe rûhen sağlıksız yetişmiş bir çocuktur. Hattâ 18 yaşına gelen bir çocuk, anne-babasından ayrı bir evde yaşamıyor, kendine kız veya erkek arkadaşı edinmiyor ise, çocuğa “Bu işte bir gariplik var!” diye bakılır. Batı pedagojisinde hedef, “bağımsız” çocuk yetiştirmek olunca, çocuğun 18 yaşına geldiğinde duygusal bir zaaflık göstermemesi gerekir. Bunun için daha çocukluk yıllarında çocuğun duygu kullanımının önüne geçmek gerekir. Bu açıdan bakıldığında, Batı’nın çocuk terbiyesinde ikinci hedefi, “çocuğun duygusallığının önüne geçmektir” diyebiliriz ki, bu düşünce, Calvanist felsefenin de bir neticesidir. Hâlbuki bütün bu gerçekler, Anadolu pedagojisinde “hastalıklı bir ruh hâli”nin tezahürüdür. Anadolu insanı, “kollektif şuur” ile hareket eder, “ben” diyen kişiye kaş altından bakar, “hayırdır inşâallah” diye tereddütlü yaklaşılır. Anadolu Pedagojisi, ferdî düşünceyi reddeder. Bir kişi, “hep bana, hep bana” diyorsa, o kişi ile çok oturulup kalkılmaz, hareket ve düşünceleri biraz mahzurlu görülür. Ya da bir başka misal vermek gerekirse; Batı kültüründe çocuk “ceza ve mükâfat”kıskacında “adam edilmeye” çalışılırken Anadolu pedagojisinde çocuğa ceza verilmez!.. Bırakın çocuğu ceza ile terbiye etmeyi, Anadolu pedagojisinde hayvan terbiyesinde bile ceza kullanılmaz!.. Batı, kasapların et ihtiyacını karşılamak üzere mezbahânelerde kesilecek hayvanları sıraya dizip, serî kesim yapmak için bir hızar makinesi ile hayvanların boyunlarını sıra ile koparırken, Anadolu pedagojisinde kesilecek olan hayvanın bir önceki kesileni görmemesi için gözlerinin bağlanması, hatta müşfik davranılıp sevilip okşanması tavsiye edilir. Hayvana bile ihtimam gösteren Anadolu pedagojisi ile duyguyu reddeden Batı pedagojisi arasında birtakım farklılıklar yaşanması oldukça tabiîdir. (Bu açıdan bakıldığında inanıyorum ki, bir gün, Anadolu insanının bu bakış açısının verdiği ilham ile üniversitelerde “Hayvan Psikolojisi” bilim dalı hâline getirilecektir.) Evet, bendeniz ki, yirmi yıla yakın zamandır Avrupa’da yaşadım. Avrupa’yı dokunarak, hissederek gördüm. Üniversite eğitimimi, Hollanda’da tamamladım. İzah etmeye çalıştığım bu farklılık, “Avrupa pedagojisi kötü”, “Anadolu pedagojisi en iyi” mânâsına gelmez. Aksine, Avrupa kendi kültür değerleri ile yoğrulmuş bir pedagojik standart belirlemiş ve kendi kültüründeki anne-babalara bu konuda yol göstericilik yapmaktadır. Bu yol ve usûl, Avrupa için doğru olabilir, ancak aynı metotları, olduğu gibi Anadolu insanı için uygulamaya çalıştığınızda doku uyuşmazlığı olur.Anadolu’da, bırakın çocuğun 18 yaşında anne-babadan kopması, 78 yaşındaki dedenin 58 yaşındaki oğlunu düşünerek, dertlenmesi, 58 yaşındaki çocuğun da babasına saygı göstermesi normaldir ve insânî kabul edilir. Ancak bu durum, Batı açısından bakıldığında komik bir “youtube” şakası gibi bir şeydir. Her toplum, kendi pedagojik bilgilerini, kendi değerleri ile oluşturmalıdır. Bunun için de kendi değerleri ile barışık uzman pedagogların, yaşadıkları kültür üzerinden ilmî teoriler üretmesi gerekir. Pedagojide bir “Anadolu Ekolü” neden olmasın? Batıda pedagoji sahasında bir Piaget, Van der Horst, John Bowby, Alice Miller, Maria Montessori gibi isimler çıktığı hâlde, neden Anadolu’da pedagojiye yön verecek dev isimler ve ekoller çıkmasın? Neden bu topraklar, kendi değerlerini hesaba katarak pedagojik analizler yapan uzmanlar yetiştirmesin? Bizim “Anadolu Pedagojisi” diye ısrarla altını çizdiğiniz şey, işte budur. Uzunca bir süredir, siz değerli Şebnem okuyucuları ile Anadolu Pedagojisi ekseninde yazılar yazmaya, kendi bünyemizle, dînimiz, kültürümüz, örf ve âdetimiz ile ters düşmeyen analizler yapmaya çalışıyorum. Ancak görüyorum ki, “bütün yolların Roma’ya çıktığı” zannına inanmış olanların ezberleri bozuluyor, Batı merkezli olmayan teori ve pratik uygulama örnekleri, şartlanmış zihinlerde şaşırtıcı bir tesir meydana getiriyor. Çocukların Batı pedagojisine göre ceza ile nasıl terbiye edileceği konusunu örneklerle anne-babalara anlatan bir uzman, Anadolu Pedagojisi’nde, çocukların hiç ceza ile terbiye edilmediğini; bırakın insana ceza vermeyi, hayvanların dahî ceza ile terbiye olunmayacağını örneklerle izah edince şaşırıyor. Ya da çocuğun kişilik gelişiminde sürekli kendine güvenmesi gerektiği konusunda anne-babalara tavsiyeler sunan kitaplar, sürekli kendine güvenmenin Anadolu pedagojisinde hastalıklı bir ruh hâli olduğunu öğrenince, ezberler bozuluyor. Bütün bunlara rağmen, anne-babaların, kendi vicdanlarına uygun, kendi değer yargıları ile bütünleşen Anadolu Pedagojisi’ni cân u gönülden kabul ettiğini görüyorum. Şebnem Dergisi vasıtası ile şahsıma ulaşan, onlarca teşekkür mesajı; tavsiye edilen usulleri çocuğuna uygulayıp evlerindeki atmosferin değiştiğini bildiren çok sayıda anne-baba, Anadolu Pedagojisi’nin yayılmasında kendilerini sorumlu hissettiklerini belirtiyorlar. Ancak, böylesi teşekkürlerin asıl muhatabı şahsım değildir. Zira Anadolu’da hasbî, samimi, diğergâm ve mütevazî insan yetiştirme usulleri, yüzlerce yıldır zaten vardı. Bizim yaptığımız şey, sadece günümüz bilimsel gelişmeleri ile bu usûlleri yeniden ele alıp bugünün insanına uyarlamaktan ibarettir. Bu hususta asıl teşekkür edilecek kişiler, sessiz tarihimizin derinlerinde yatan, adı mürebbî veya mürebbiye olmuş, gerçek pedagog, psikolog ve tasavvuf ehli kişilerdir. Ve inanıyorum ki, Anadolu Pedagojisi, bir gün üniversitelerde araştırma konusu olacak, bu konuda makaleler yazılıp tarihin unutulmuş sayfaları, çok değerli uzmanlar eliyle yeniden gündeme getirilecektir. İlk satırlarda belirttiğim gibi; dünyadaki insan sayısınca farklı tip insan ve farklı her tip için ayrı bir problem ve problem sayısınca da değişik çözüm yolları vardır. Bizim, çocuk eğitiminde benimsediğimiz ve uyguladığımız usul, Anadolu Ekolü’dür. Farklı usûl izleyen değerli araştırmacı, uzman ve yazar arkadaşlarımızla aramızda usul ve metod farklılıkları yaşanıyor olması gayet normaldir. Önemli olan, anne-babaların kendi vicdânî kanaatlerine göre, onlarca doğrunun arasında kendi doğrularını bulabilmesidir.
|
NOT:ALINTIDIR...https://docs.google.com/document/d/1Es-dFosz4sOcMmFcL0wwujWS3JkJPL35SNAQRfz20Lg/edit#
ADEM HOCANIN ARŞİVİNE ULAŞMAK İSTEYENLER....
http://www.burcfm.com.tr/ShowSectionDetail.aspx?SectionId=76740 YAPIŞTIRDIGIM LINK 5. BÖLÜM ARŞİVDEN PROGRAMDIR.MUTLAKA AMA MUTLAKA TÜM ARŞİVİ DİNLEMEYE BİRAN ÖNCE BAŞLAYIN!!
GELECEKTE AH VAH ETMEMEK İSTEYENLERE...
super bir çalışma tebrikler
YanıtlaSiltşkler
Sil